Τ24 yazarı Stelyo Berberakis, Erdoğan – Miçotakis görüşmesi sonrası “Bu kaçıncı bahar?” başlıklı bir makale kaleme aldı. Makale şöyle:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in Vilnius’ta düzenlenen NATO zirve toplantısı çerçevesinde ikili bir görüşme yapmasının Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir bahar havasını estirdiği gözleniyor.
Türkiye’de ve Yunanistan’da yayınlanan gazetelerin manşetlerine taşınan; TV kanallarının önemli gündem maddesini oluşturan bu ikili görüşme, 2019-2022 yılları arasında son derece gerginleşen ilişkilerin bundan böyle yatışacağı yolunda beslenen ümitleri artırdı.
“Taraflar geri adım mı attı?” sorusuna verilecek yanıt elbette “Hayır” oldu. Peki ne oldu da ilişkilerde birdenbire düzelme yoluna girecek adımlar atıldı?
Bu soruya yanıt arayanların arasında:
- İki NATO üyesi arasındaki anlaşmazlıkların savaşın eşiğine gelmesinden endişe duyan ABD’nin ve AB’nin oynadığı rolden;
- Türk ve Yunan hükümetlerinin, “bu işin sonu kötüye gidiyor” kanısına vardıktan sonra hızla ilerleyen gerginliği gevşetmek için tahrik ve tehdit söylemlerini bir yana bırakmış olmalarından söz edenler oldu.
- Ve nitekim tıkanma noktasına gelen ilişkilerin yeniden düzeltilmesini sağlayacak fırsatların arandığı bir dönemde 6 Şubat’ta meydana gelen korkunç depremlerden sonra Yunanistan’ın depremzedelere uzattığı yardım elinin Türkiye tarafından takdirle karşılanmasını “kaçınılmaz bir fırsat” olarak değerlendirilmesinden söz eden diplomatik kaynakları haklı çıkardı.
Erdoğan ile Miçotakis arasında neler konuşulduğunun ayrıntılarını bilemiyoruz.
Ancak kesin olan bir şey varsa o da liderlerin “tahrik ve tehdit söylem ve eylemlerinin bir kenara bırakılması ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesini sağlayacak gerekli ortamın yaratılmasında” mutabakata varmış olmaları.
Peki böyle bir yakınlaşma ve mutabakat ilk defa mı sağlanıyor?
Bu sorunun yanıtı da elbette “Hayır”.
Böyle bir mutabakat ve karşılıklı iyi niyet gösterileri 1999’da her iki ülkeyi de vuran depremlerden sonra birbirlerine uzattıkları yardım eliyle sağlanmış; “1996 Kardak krizi” günlerinde; “1999 Öcalan krizi” günlerinde son derece gerginleşen Türk-Yunan ilişkilerinde uzun soluklu bir bahar havası estirecekti.
Ancak tarafların, bu “bahar havası” dönemlerinde bile aralarındaki siyasi ve hukuki anlaşmazlıkları çözmeyi becerememesi, kah dış politikanın iç politikaya alet edilmesi; kah her iki ülkedeki milliyetçi damarları kamçılayan söylem ve eylemlerin yeniden baş göstermesi; her ülkedeki medyanın ve bazı siyasetçi ve sözüm ona akademisyenlerin yangına körükle giden tutumları sayesinde ilişkiler yeniden “kış havasına” geri dönüverdi.
İki komşu ülkenin özgeçmişlerinde bu gibi iniş-çıkışlı ilişkilerin kaç kez yaşandığının neredeyse haddi hesabı yoktur.
Ege’deki karmaşık ve teknik anlaşmazlıkların giderilmesi için; ya da Kıbrıs sorunu gibi yarım asırlık sorunun çözümü için yapılan yüzlerce müzakerelerden bir türlü sonuç alınamadı.
Sonuca yaklaşılan bazı müzakerelerde de “tam çözülecek raddeye geldi” demişken; taraftarlardan birinin tornistan geri dönmesiyle, ilişkilerin her defasında gerisin geriye tıkanma noktasına geldiği görülür.
Tarafların niçin “tornistan etmek zorunda kaldıklarına” gösterdikleri bencillikler ise hep aynıdır: “Aman, içeride vatan hainliğiyle, ülke çıkarlarını, egemenlik haklarımızı satışa çıkarmakla suçlanmayayım” diyerek; çareyi “çözüm formüllerini bir sonraki hükümetlere bırakmakta” bulmuştur.
Miçotakis’in Vilnius zirvesinden sonra Yunan TV kanalı SKAİ’ya verdiği özel mülakatında en çok dikkati çeken ifadelerinden biri : “Müzakereler süresinde geri adım atmalar, oyunun kurallarından biridir. Ülke çıkarları gözetilerek egemenlik haklarından geri adım atma ihtimali yüksektir, bunun herkes tarafından bilinmesi gerekir” türündeki görüşü oldu.
Miçotakis diğer bir deyişle, Yunan kamuoyuna “bakın müzakereler bir tarafı her zaman yüzde yüz haklı çıkaramaz. Bu bir alışveriş işidir. Onun için hazırlıklı olun, yapılacak müzakerelerden barış ve istikrar sağlayan olumlu bir sonuç alınırsa, itiraz istemem” demeye getirmiş oluyor.
Miçotakis’in biz basın mensuplarını ilgilendiren diğer bir ifadesi de “Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliği illa ki sıcak tutmakla kariyer yapan sözde vatanseverler var. Vatanseverlik yangına körükle gitmek değildir” şeklindeki basına yönelik eleştirileri oldu.
Gerek Miçotakis’in bu ifadeleri; gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Miçotakis ile yaptığı görüşmesinden memnun kaldığını gösteren açıklamaları iki ülke arasında yeniden bir “bahar havası” estireceği ve “daha gerçekçi bir siyaset izleneceği” yolundaki ümitleri körükledi.
Ülkelerden birinde yaşanan deprem, yangın gibi doğa afetlerinde birbirinin ilk yardımına koşmaya özen gösteren; duyulan acıları paylaşan; birbirine seve seve yardım kampanyaları ve dayanışma gösteren halkların “barış, dostluk, dayanışma ve işbirliği” arzusunu bakalım hangi “müsait” hükümetler yerine getirecek.
İlişkilerin bir de görülmeyen tarafları var:
Zaman zaman savaş çığırtkanlığı yapanlar; savaş tamtamları çalanlar, olası bir savaşın her iki taraf için de felaketle sonuçlanacağı gerçeğinden hiç söz etmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sık sık dile getirdiği: “savaşın kazananı olmaz” ifadesi, akıllara Mustafa Kemal Atatürk ile Yunan önder Eleftherios Venizelos’un Ankara’da kol kol yürürken biribirlerine söylediklerini getiriyor.
Venizelos’un “Hatıralarım” kitabında, 1919-1922 yıllarında Yunan ordusunun hezimete uğradığı kanlı Anadolu seferinden sonra 1930’da Ankara’yı ziyaretinde Mustafa Kemal ile yaptığı özel görüşmesini kaleme alan bölümde hatırladığım kadarıyla: “Kemal ile Ankara Palas’ta kol kola yürüyor ve aramızda konuşuyorduk. Yunancası mükemmeldi. Çıktığımız kanlı savaştan sonra ‘..artık birbirbirimizle savaşmayacağız. Birbirimizin ülkelerini koruyacağız. Size gelecek bir dış saldırıyı bize gelmiş gibi kabul edeceğiz’ demesine karşı ‘bu görüşüne aynen katıldığımı; biz de Türkiye’ye gelecek olası bir saldırıyı bize gelmiş gibi kabul edeceğimizi ’ söylemiştim” satırları yer alıyordu.
Kısmete bakın ki iki önder, mutabık kaldıkları bu “birbirlerine verdikleri dayanışma sözünü” aradan geçen 22 yıldan sonra Türkiye ile Yunanistan’ın 1952’de üye oldukları NATO’nun “NATO üyelerinden birine gelecek olası bir saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılacağını” buyuran 5. maddesini öngörmüş gibi, kendi aralarında uygulama cesaretini göstermişlerdi.
(Not: bilindiği gibi Venizelos Ankara ziyaretinden sonra Türkiye’de yaptığı reformları da gerekçe göstererek Mustafa Kemal’i Nobel barış ödülüne aday göstermişti)