İrlanda’da yaşayan sosyalist-aktivist John Molyneux, 11 Aralık Pazar günü 74 yaşında aramızdan ayrıldı.
Marksist literatüre önemli çalışmalar bırakmış olan Molyneux ile Batı Trakya’nın çift dilli 15 günlük gazetesi “Barikat”ta, 2015 yılı Nisan ayında bir röportaj da gerçekleştirmiştik.
John Molyneux kimdir?
John Molyneux (2 Eylül 1948 – 11 Aralık 2022), İngiliz Troçkist, akademisyen ve yazar.
Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) önde gelen üyelerinden biriydi ve İrlanda SWP’sinde aktif siyasetin dışunda Irish Marksist Review’in editörlüğünü yaptı.
Molyneux 2 Eylül 1948’de doğdu. 1992’den itibaren Portsmouth Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Medya Okulu’nda öğretim görevlisiydi.
Portsmouth’ta bulunduğu süre boyunca, Londra’da Irak Savaşı’na karşı 2003 yılında düzenlenen gösteriye 12 vagonla insan götürmek de dahil olmak üzere bir dizi gösteri düzenledi. Ocak 2009’da İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşı 400 kişilik bir barış mitingi düzenlediği için tutuklandı.
Bir keresinde SWP’nin Dahili Bülteninde “SWP’de Demokrasi” başlıklı bir makale yazmıştı. Geçici Merkez Komitesi onu “sadık bir asi” olarak adlandırdı. 2006 yılında, esas olarak Marksist teori ve sanat hakkında yazdığı bir blog kurdu.
Mesele Onu Değiştirmek! kitabı Tate Liverpool’un Sanat Sola Dönüyor (2013) adlı sergisinde sanatın toplumu değiştirmede oynadığı rolü gösteren bir sergiye dahil edildi.
Ekim 2020’de, “Marx/Marksizm fikirlerine bir dizi kısa giriş” olarak tanımlanan Marx/Marksizm’e Giriş podcast’ine ev sahipliği yaptı.
Molyneux, 11 Aralık 2022’de 74 yaşında Dublin’deki evinde aniden öldü.
Barikat’a konuşmuştu
Molyneux, 2015 referandumu öncesinde Batı Trakya’da çift dilli yayınlanan “Barikat” gazetesine de konuşmuş, Yunanistan, Avrupa Birliği, Avrupa ve dünya genelinde sol hareketler ve aşırı sağ tehdidini değerlendirmişti.
Molyneyx’nün Nisan 2015’te Barikat’ta yayımlanan röportajı şöyle:
John Molyneux: “Siyah-beyaz, göçmen-yerli farkı gözetmeden işçilerin birliğine vurgu yapmalıyız”
Türkiye’de, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) tarafından her yıl düzenlenen “Marksizm Günleri”nin bu yılki konuklarından biri de, ünlü marksist teorisyen John Molyneux’ydü. Kendisiyle, 21. yüzyılda sosyalizm, AB, sol ve daha adil, daha güzel, daha yaşanılır bir Dünya “ütopyası” üzerine söyleştik… Çeviri konusunda ise, bizlere, Memet Uludağ yardımcı oldu…
Ekonomik krizle birlikte bilhassa Avrupa’da başlayan ayaklanmalar, Arap Baharı, Yunanistan’da SyRizA’nın iktidara gelmesi, İspanya’da Podemos’un iktidara yürüyor olması… 21. yüzyılda sosyalizm gerçekten mümkün mü?
– Bugün baktığımızda özellikle Avrupa’da bir kutuplaşma söz konusu. Bu ortamda sol, krize karşı mücadelenin ön safına geçtiğinde, mücadelenin bayrağını yükselttiğinde, SyRizA ve Podemos örneklerinde olduğu gibi, bu tarz tavırlara büyük bir yönelmenin olduğunu gördük. Yine aynı Avrupa’da bir başka durum ise, aynı mücadeleyi verecek bir solun eksik olduğu durumlarda, örneğin Macaristan’da, Fransa’da, Danimarka’da Le Pen’lerin ve aşırı sağcıların yükselişini gördük, ciddi seçim zaferleri kazanmak üzere yola çıktıklarını gördük. Solun başarısız olduğu yerlerde bu reaksiyonel grupların öfkeyi göçmenlere, yabancılara, azınlıklara yönelttiklerini gördük.
Senin sorun “21. yüzyılda sosyalizm” idi. İşte tüm bu gördüklerimiz, çok uzun bir mücadelenin başlangıcı. Irkçı-sağcı partiler, ne yaparsa yapsınlar, zaten bu krizi çözecek alternatifler öneremeyecekler. Ama ben Podemos ve SyRizA’nın da bu büyük sorunu çözebileceklerine inanmıyorum. SyRizA’nın geldiği konumu tabii ki de sevinçle, mutlulukla karşılıyorum. Podemos da benzer bir şekilde bir başarı gösterebilir. Ama asıl sorun, uluslararası kapitalizmin yaşadığı bir kriz ve SyRizA’nın ve Podemos’un bu konuda ne kadar başarılı olabileceğini düşündüren bir sürü soru var. Yine de umarım ki SyRizA ve Podemos’un bu yükselişleri, çok daha uzun süre işçi sınıfının köşe taşları olmaya devam eder ve buradan yeni mücadeleler çıkar.
Tarihsel olarak görüyoruz ki, SyRizA tarzı “köklü değişim”lerde (Allende örneği meselâ) başarısızlığa uğranıldığında, arkadan “başka” rejimler geliyor. Tarihin tekerrür etmemesi için SyRizA’nın veya birkaç ay sonra iktidara gelmesi beklenen Podemos’un neler yapmaları lâzım?
– Şu anda SyRizA’ya ve Podemos’a baktığımızda, verdiğin örneklerde haklısın. Ancak Franco, Hitler, Pinochet tarzında bir tehlikenin çok da yakınımızda olduğunu düşünmüyorum, koşulların biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Şurası da bir gerçek ki, Yunanistan’a baktığımızda Troyka’nın bir çeşit ‘ekonomik terörizm’ uygulayarak hükûmetleri köşeye sıkıştırdığını görüyoruz. SyRizA hükûmetinin bana göre yapması gereken, bu günlerde, kendisine destek veren emekçi sınıflara dayanıp, onları eyleme, hareketliliğe geçirme olmalı. Bu dayatmalara boyun eğme olmamalı. Ancak şu anda bunu yapmadığını, tabanını eyleme geçirme fikrinde olmadığını görüyorum.
Onun ötesinde, SyRizA AnEl’le koalisyon kurarak büyük hata yaptı. Yapması gereken, mevcut milletvekili sayısıyla bir ‘azınlık hükûmeti’ kurmaktı. Bu bazı sorunlar doğuracaktı belki, ama örneğin bazı yasaları geçirmesi için kendi milletvekilleri hariç tüm diğer milletvekillerinin aleyhte oy kullanması gerekecekti ki bu da her zaman olmayacak bir şeydi. Ve bu hükûmetin olası bir düşme durumunda bir sonraki seçimlerden çok daha güçlenerek çıkacaktı, elbette krize karşı radikal kararlar alıp, onları sürdürebilirse. AnEl’e bakanlıkların verilmesi ise daha genel anlamda bir hata. SyRizA ‘ulusal birlik’ yolunu seçti, ‘halkın birliği’ dedi, “Avrupa’daki ‘partner’lerimizle de konuşacağız” dedi Troyka’yı kastederek ve bu ‘partnerlik’ algısı üzerinden yürümeye çalıştı.
SyRizA’nın yapması gerekene gelince, bu konuda formül verir, reçete yazar pozisyonunda olmak istemiyorum ama, koşullar çok daha karmaşık, şartlar çok daha zor ise de, en azından Eurozone’dan çıkmayı göze alabileceğini göstermesi gerekirdi. Çok basit bir örnek vereyim: Bir pazara gittiğinizi düşünün ve siz orada pazarlığa başlamadan gerekirse almaktan vazgeçip geri döneceğinizi ortaya koymazsanız, o pazarlık yürümez, iyi bir fiyat alamazsınız o pazarlıktan. Daha en başından beri Yanis Varufakis “Borcumuz borcumuzdur, ödeyeceğiz” diye bir tavırda bulunarak hata etti. Dolayısıyla pazarlıkta ‘güçlü el’ durumu kalmadı.
Peki SyRizA, Eurozone’la ve gerekirse AB ile ‘köprüleri atsa’ idi veya atsa, ne olur(du)? Bundan kim kazançlı çıkar, kim kaybeder(di)?
– Bu çok zor bir soru ve bunun kesin cevabını vermek imkânsız ‘Şöyle olurdu’ veya ‘Böyle olurdu’ gibi. Böyle bir şeyi yapıp arkasından pasif kalırsan, sonuçları felâket olabilir. Böyle bir şey yaptığında, başka bir şekilde ekonomiyi organize etmelisin, örneğin Yunanlı zenginlerden parayı alabilmelisin, ekonomik kurguyu başka türlü kurmak zorundasın. Ekonomiyi sosyalist bir sürece sokmak zorundasınız, çünkü ‘Kapitalistler/IMF müsaade ettiği sürece antikapitalist olmak’ imkânsız bir strateji. Eğer diyorsak “Biz ancak Avrupa Merkez Bankası’nın Başkanı istediği sürece bir şey yapabiliriz”, o zaman sistemi değiştiremeyiz.
Peki Avrupa’da aşırı sağın yükselişi nasıl durdurulabilir?
– İki şey yapılmak zorunda. Birincisi ‘ama’sız ‘fakat’sız göçmen ve azınlıkların hedef tahtasına konmasının karşısında durmak. Göçmenlerin, sığınmacıların, Müslümanların, azınlıkların, ezilen tüm unsurların ülkelerde bir problem olduğu fikrine platform vermemeliyiz. Aynı zamanda da, ikinci olarak, pozitif önerilerle, halkların egemen sınıflara olan öfkesine yanıt verecek alternatifler sunmalıyız. Bu ikisini birlikte yapmalıyız. Sadece ekonomik açıdan bakarsak, ırkçılar bir takım manevralarla gündemi ele geçirebilirler. Öte yandan sadece ırkçılığa karşı bir girişimde bulunup, olayın ekonomik boyutunu koymazsak, varacağımız nokta ‘ahlâkiyetçi bir anti-ırkçılık’ tavrından öteye gitmez. Siyah-beyaz, göçmen-yerli farkı gözetmeden işçilerin birliği üzerine vurgu yapmalıyız. Kime karşı? Zenginlere, patronlara, egemenlere karşı!