Dünya mitoloji ve edebiyat kültürünün önemli eserlerinden kabul edilen Gılgamış destanı, Sümer tabletlerinde geçer.
Antik Mezopotamya’dan günümüze ulaşan en eski edebiyat eseri ve piramit metinlerinden sonra ikinci dini metin olarak kabul edilir.
Üçüncü Ur hanedanlığında (M.Ö. 2100) Uruk kralı Gılgamış hakkında beş Sümer şiiri ile başlar ve kral Gılgamış’ın destanını şiirsel bir anlatımla okuyucuya aktarır.
Gılgamış, Ur kentinde ve Zihurad’ta halkına zulüm eden, evli, bekar, erkek, kadın ayırt etmeksizin kendi dünyevi zevkleri için istediğini alıkoyan, buna rağmen halkı tarafından çok sevilen bir kraldır.
Halk kralın bu tutumundan vazgeçmesi için Uruk’un tanrısı Anu’ya dua eder. Anu da bir ana tanrıça olan Aruru’ya Gılgamış’ın gücünü azaltmanın bir yolunu bulmasını emreder.
O da doğada gezip otları yerken avcıların tuzaklarına yakalanmış hayvanları kurtaran vahşi Enkidu’yu yaratır. Enkidu’nun varlığı Gılgamış’a bildirildiğinde onu ehlileştirmek için güzel bir kadın olan Samad’ı gönderir.
Enkidu, Samad ile altı gün yedi gece birlikte olmanın etkisi ile uysallaşır. Bu arada Gılgamış içinde Enkidu’nun olduğu rüyalar görür ve bunu annesine anlatır. Annesi rüyaları yorumlayıp bu adamın kendisinin en iyi arkadaşı olacağını açıklar krala.
Gılgamış kadınla birlikte Ur kentine gelen Enkidu ile bir güreş tutar ve güreşi güç bela kazanır. Güreşi kazanan kral Enkidunun cesaretinden ve kuvvetinden çok etkilenir ve onu baş refakatçisi olarak atar.
İkisi birlikte tanrıların yaşadığı Sedir Ormanı’nı koruyan korkunç dev Humbaba’yı öldürürler. Bu olaydan sonra tekrar kente dönen Gılgamış, artık eski zorbalıklarından arınmış yeni bir adamdır.
Tanrıça İştar (Sümerlerde İnanna) Gılgamış’a evlenme teklif eder ama kral bu teklifi geri çevirir. Daha önce kendisine hiç böyle davranılmamış olan tanrıça çok kızar ve Anu’nun gökyüzü boğasını Gılgamış’la Enkidu’ya ve Urug halkına saldırması için göndertir.
İki kahraman, gökyüzü boğasını öldürmeyi başarana kadar halktan yüzlerce kişi ölür. Gılgamış canavarın bir budunu kesip Urug’un şehir tanrıçası ve koruyucusu olan İştar’a fırlatır. Bu hiç alışılmadık bir şeydir. Bunun üzerine tanrılar Humbaba ve gökyüzü boğasının öldürülmesi karşılığında ceza olarak Gılgamış’ın veya Enkidu’nun öldürülmesine karar verirler.
Bunun üzerine Enkidu öldürülür ve Gılgamış buna çok üzülür ve yas tutar. Kendisini de ölüm korkusu sarmış olan Gılgamış, ölümsüzlük arayışı içinde büyük bir maceraya yelken açar.
Ölüm korkusunun damgasını vurduğu bu tehlike dolu ve korkunç yolculukta Gılgamış, önce uzun ve karanlık bir tünelden geçebilmek için korkunç akrep-insanları ikna etmek zorunda kalır.
Tünelden geçince mücevherli bahçesinde güzel Siduri ile ilişkiye girer. Siduri gönülsüzce olsa da Gılgamış’a davasında yardım eder.
Yoluna devam eden Gılgamış, Urşanabi ile karşılaşır ve kendisini sandalı ile ölüm sularından antik Mezopotamya’nın Nuh figürü olan Udnapiştim’e götürmesini rica eder ve Urşanabi onun isteğini yerine getirir.
Gılgamış sonsuz hayat ve ölen dostu Enkidu için de yeni bir hayat aramaktadır. Bu çerçevede Udnapiştim’e ölümsüzlüğe nasıl ulaştığını sorar. O da tanrıların sadece yaşam ve ölümü kontrol edebildiklerini hatırlatır ve ona hikâyesini anlatır. Hikâye bildiğimiz Nuh tufanı ile büyük derecede benzerlik göstermektedir.
Enki, Udnapiştim ve karısına gelip insanlığın yok olmak üzere olduğunu, verdiği ölçülerde bir gemi yaparsa Udnapiştim ve ailesinin kurtulacağını anlatır.
Udnapiştim talimatları harfiyyen yerine getirip gemiyi inşa eder ve değerli şeyleri, tüm canlı türlerinden örneklerle birlikte ailesini de alarak gemiye biner. Bildirildiği gibi tufan başlar ve yedi gün yedi gece sonunda sona erer. Tufan bittiğinde gemi Nesir dağında karaya oturur.
Udnapiştim suların çekilip karanın ortaya çıktığını anlamak için bir güvercin gönderir ama güvercin başarılı olamayıp geri döner. Bir süre sonra bir kırlangıç salıp şansını dener ama kırlangıç ta başarısız olmuştur. Ardından bir kuzgun göndermiş ve kuzgun geri dönmemiş. Böylelikle suların çekilip tufanın tamamen sona erdiğini anlayan Udnapiştim tanrılara adaklar adar. Bunu üzerine ana tanrıça onları koruyacağına söz verir ve Enki de ödüllerin en büyüğü olan ölümsüzlüğü bağışlar.
Gılgamış ta bu sonsuz hayatın peşindedir ve Udnapiştim kralın buna erişme yeteneğini test etmek için altı gün yedi gece uyumamasını söyler.
Gılgamış testi kabul eder lakin yorgun ve bitkin olduğu için hemen uykuya dalar.
Udnapiştim’in karısı Gılgamış’ın uyuduğu her gün için birer ekmek pişirip yanına koyar.
Günler sonra uyandığında Gılgamış ilk pişirilen ekmekleri küflenmiş olarak bulur ve kendi sınırlarını kabul eder. Bir insan olarak, insani olanaklarla sınırlı olduğunu ve ölümsüzlüğe ulaşamayacağını anlar.
Udnapiştim yanlarından ayrılmak üzere olan Gılgamış’a en azından gençliğini koruyabileceği bir sualtı bitkisinden bahseder.
Urşanabi onu sandalı ile ölüm sularından geçirerek geri götürürken gılgamış suya atlayıp o bitkiyi almayı başarır. Fakat bir kez daha uykuya dalar. O uyurken bir yılan bitkiyi çalar. Yılanların bu yüzden eski derilerini atıp yenisi ile değiştirdiğine inanırlar o dönem.
Gılgamış çaresizlik içinde ağlayarak Urşanabi ile birlikte Urug’a geri dönerler. Şehre geri dönünce Gılgamış’ın aklı başına gelir. Basit, ölümlü bir insan olduğunu kabullenir. Kayıkçı Urşanabi’ye, büyük bir gururla kentinin duvarlarını incelemesini söyler.
İçkicibaşının çağlar öncesinden bu sözleri adeta bizlere de seslenmektedir:
“Nereye koşuyorsun böyle, Gılgamış?
Eline geçmeyecek aradığın yaşam.
Tanrılar insanı yarattıklarında sadece ölüm oldu ona bahşettikleri, kendi ellerinde sakladılar yaşamı!
Karnın dolu olsun yeter, Gılgamış, sen ona bak, gece gündüz eğlenmene bak, gününü gün et, keyif sür, çalgılarla gece gündüz gül oyna, hep güzel giysiler giy, başın ve bedenin tertemiz yıkanmış olsun, elinden tutan yavruna bak, karın mutlu olsun göğsünde, budur insanoğlunun tek yapacağı.”