Frantz Fanon, ırkçılık ve devrim

Frantz Fanon 1950’lerde Fransız sömürgeciliğine karşı Cezayir Devrimi’nin bir parçasıydı.

Devrimden çıkardığı dersleri, hala önemini koruyan yazılarında şekillendirdi. Ancak fikirleri güçlü yanlarının yanı sıra ciddi zayıflıklar da içeriyordu.

İsrail’in Gazze’ye yönelik acımasız saldırısından bu yana pek çok insan emperyalist sistemin neden korkunç boyutlarda şiddet içerdiğini anlamaya çalışıyor. Devrimci Frantz Fanon cevap arayanlar için vazgeçilmez bir ses olmaya devam ediyor.

Çoğu kişi Fanon’a ilgi duyacaktır çünkü o ezenin şiddeti ile ezilenin şiddeti arasındaki fark konusunda çok netti.

1961 tarihli Yeryüzünün Lanetlileri adlı kitabı, sömürgeci baskıyı anlamanın, birbirini izleyen kuşaklara hitap eden bir yolunu ortaya koymaktadır. “Sömürgecilik bir düşünme makinesi değildir” diye yazmıştır: “Doğal haliyle şiddettir ve ancak daha büyük bir şiddetle karşılaştığında boyun eğecektir.”

Fanon’un sözleri, her yerde ezilen insanlara ne pahasına olursa olsun mücadele etmeleri için bir çağrı niteliğindeydi. İlham alanlar arasında Latin Amerika’daki diktatörlüklerle savaşan devrimciler de vardı. Ve Kaliforniya sokaklarında ırkçı polise karşı devriye gezen Kara Panter Partisi tarafından okundu.

Bugün bazıları Fanon’un ırkçılık, sömürgecilik ve kapitalizmin iç içe geçmiş doğasını nasıl ortaya çıkardığını öğrenmek için şiddet sorununun ötesine geçecek.

1925’te Fransız kolonisi Martinik’te doğan Fanon, İkinci Dünya Savaşı sırasında Özgür Fransız Ordusu’nun yanında gönüllü olarak yer aldı. Fransa’yı Nazilerden kurtarmak için savaştı. Onu bir radikale dönüştüren, savaş sırasında Fransız ırkçılığına dair deneyimleriydi.

Fanon, Güney Fransa’nın işgalinden önce Cezayir’de görev yaptığı sırada Kuzey Afrika’daki siyahlara nasıl davranıldığını gördü ve bu onun imparatorluk hayallerini yıktı. Savaştan sonra Fransa’ya döndü ve psikiyatrist olarak eğitim aldı.

İlk kitabı olan Siyah Deriler, Beyaz Maskeler’in metnini doktora tezi olarak kabul ettirmeye çalıştı, ancak kurul bunu reddetti. Daha sonra yayınlanan kitapta Fanon, “siyahlık” kavramını parçalara ayırmaya çalıştı.

Sömürgeciliğin, ırksal olarak ezdiği insanlara “siyah” bir kimlik dayattığını açıkladı. Ama aynı zamanda bu kategorilerin varlığını da örtbas ettiler. “İnsanlar benden hoşlandıklarında, beni ‘rengime rağmen’ seviyorlar” diye yazdı. “Benden hoşlanmadıklarında, bunun rengimden kaynaklanmadığını belirtiyorlar… Her iki durumda da cehennem çemberinin içinde kilitli kalıyorum.”

Ve Fanon bu olumsuz siyahlık kavramını tersine çevirme girişimlerine şüpheyle yaklaşıyordu. Bazı düşünürler, biyolojik ya da kültürel yollarla aktarılan ve geçmişi ne olursa olsun tüm siyahları birleştiren ilerici bir şey olduğunda ısrar ediyordu.

Bu tür konuşmaları özcü ve determinist olarak reddetti. Kitabında Senegalli şair ve geleceğin devlet başkanı Leopold Senghor’un ünlü bir sözünü alıntılayarak “akıl ne kadar Yunanlıysa duygu da o kadar zencidir” demiştir.

Ve Fanon “beyazlığın” da keyfi bir ayrım olduğunu söyledi. “Aşağılık duygusuyla köleleştirilen zenci de, üstünlük duygusuyla köleleştirilen beyaz adam da nevrotik bir yönelime uygun davranır” diye yazmıştı.

İstediği işi bulmakta zorlanan Fanon, sonunda 1953’te Cezayir’de bir akıl hastanesinde görev aldı. Başkent Cezayir’de Fransız sömürgecilerin uyguladığı rutin şiddeti gözlemledi.

Cezayir 1848’den beri metropol Fransa’nın bir toprağıydı, ancak Arap-Berberi nüfusa ya da Yerlilere hiçbir zaman tam vatandaşlık verilmemişti. Sömürgeciler bunun yerine, mevcut devleti, okulları ve tarım sistemlerini parçalayarak ülkeyi geriye götürdüler.

Bu süreçte milyonlarca insanı savaş, etnik temizlik ve açlık yoluyla öldürdüler. 1954 yılında, başında Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) bulunduğu Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesi başladı.

FLN, Avrupalı işgalcilere karşı 1966 yapımı Cezayir Savaşı filminde parlak bir şekilde tasvir edilen silahlı bir mücadele yürüttü. Fanon Fransa’dayken Komünist Parti’nin çeperinde yer almıştı.

Fransız Komünist Partisi, Lenin ve Rus Devrimi tarafından aktarılan sömürgecilik karşıtı fikirlere sözde hizmet etti. Ancak Cezayir’in bağımsızlık taleplerine karşı çıktı ve sömürgeleştirilmiş halkların gerçek bir değişim talep etmeden önce Fransa’da bir işçi devrimini beklemesi gerektiğinde ısrar etti.

Cezayir’de devrimcilerin ve onları izleyen kitlelerin kimseyi beklemeye hazır olmadığı görülüyordu. Savaş, Fransız yerleşimcilere yönelik terör saldırıları ve büyük kentlerdeki grevlerden oluşuyordu. Binlerce Cezayirli işçi ve köylünün yanı sıra orta sınıfların yeni radikalleşmiş kesimlerini de kendine çekti. Fanon kendini devrimin içine attı.

Gündüzleri hastanedeki pozisyonunu Cezayirli savaşçıları saklamak ve Fransız işkenceciler tarafından beyinleri hasar görmüş olanlarla ilgilenmek için kullandı. Geceleri ise FLN ve sömürgecilik karşıtı mücadele için tutkuyla yazıyordu.

Sonunda, Fransızların kendisini tutuklayacağı belli olunca Fanon hastaneden kaçtı ve Tunus’a gitti. Orada FLN gazetesi El Moudjahid’in editörlerinden biri olarak atandı. Hareket için uluslararası bir elçi haline geldi. Fanon burada ve daha sonra Afrika’da yaptığı gezilerde, “sömürge sonrası” olması gerekenlerle ilgili düşüncelerinin taslağını çizmeye başladı.

Afrika’daki Avrupa imparatorluklarının yıkılmasına yardımcı olan liderlere hayranlık duyuyordu. Ancak “yeni-sömürgecilik” ve “bağımsızlığın laneti” olarak tanımladığı durumdan endişe duyuyordu.

Fanon, Afrika’nın yeni yöneticilerinin sömürgeciliğin kurduğu yapıları tekrarlama ve kendilerini yeni bir egemen sınıf olarak örgütleme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını söyledi. “Vurguncu bir kast” olarak tanımladığı yeni Afrika burjuvazisine karşı özellikle sertti. Ülkelerinden yasadışı yollarla çıkarılan zenginliklerle sadece kendi ceplerini doldurmakla kalmıyor, aynı zamanda kendilerine karşı ayaklanan yoksullardan intikam alıyorlardı.

Fanon bu sözleriyle FLN’yi, Fransızları Cezayir’den sürdükten sonra kendilerini bekleyen tehlikelere karşı uyarıyordu. Ve bu konu, lösemi henüz genç bedenini harap ederken yazdığı son kitabı Yeryüzünün Lanetlileri’nde ağırlığını hissettirdi.

Kitap sömürgeci şiddeti doğru bir şekilde analiz etmiş ve sömürge sonrası toplumların kapitalizmin özelliklerini tekrarlama riski taşıdığı konusunda haklı bir uyarıda bulunmuştur. Ama aynı zamanda Fanon’un gerçek kurtuluşun nasıl kazanılacağına dair düşüncesindeki önemli zayıflıkları da ortaya koymaktadır. Fanon, o dönemdeki diğer pek çok radikal ile ortak olarak, Marksizm’in işçi sınıfının toplumda azınlık olsa bile kapitalizmi kırma gücü bakımından eşsiz olduğu yönündeki ısrarından kopmuştur.

Fanon, Marx’ın ekonomik olarak gelişmiş dünyadaki sınıf konusunda haklı olduğunu, ancak o zamanlar Üçüncü Dünya, bugün ise Küresel Güney olarak adlandırılan bölge hakkında yanıldığını söylüyordu.

Fanon, Üçüncü Dünya’da “Proletarya, sömürge rejimi tarafından en çok şımartılmış olan sömürgeleştirilmiş nüfusun çekirdeğidir”, “Kentlerin embriyon halindeki proletaryası nispeten ayrıcalıklı bir konumdadır” diyordu. Fakat ona göre ancak köylülük farklıydı.

“Sömürge ülkelerde sadece köylülerin devrimci olduğu açıktır, çünkü kaybedecek hiçbir şeyleri ve kazanacak her şeyleri vardır”, “Sınıf sisteminin dışında kalan aç köylü, sömürülenler arasında sadece şiddetin para ettiğini ilk keşfeden kişidir”, “Onun için uzlaşma yoktur, anlaşmaya varmak mümkün değildir – sömürgeleştirme ve sömürgecilikten kurtulma sadece göreli bir güç sorunudur” diye yazdı.

Ancak Fanon’un Afrika vizyonunun kendisi de ekonomik geri kalmışlık stereotipleriyle doluydu. Fanon’un 1961’de ölümünden sonraki yıllarda Afrika işçi sınıfı mücadelesiyle canlandı.

Örneğin 1964 yılında Nijerya’da binlerce işçi, Fanon’un “vurguncu kastı”nın cisimleşmiş hali olan milletvekillerinin kendilerine büyük bir zam dalgası dayatmalarının ardından ücret artışı için genel greve gitti.

12 gün süren mücadelenin ardından parlamenterler pes etti. Nijeryalı işçiler bu taktiği tekrar tekrar kullanacak, petrol ve liman işçileri kısa süre içinde mücadelenin ön saflarında yer alacaktı. Nijerya örneğini apartheid rejimi Güney Afrika’daki siyah işçiler izledi. Oradaki kitlesel grev dalgaları sistemi öylesine sarstı ki sonunda sistem muhalifleriyle barış aramak zorunda kaldı ve apartheid yıkıldı.

Sömürgecilik sonrası rejimler tarafından “şımartılmak” bir yana, işçiler sömürülüyordu. Ve mücadele ettiklerinde, diğer tüm ezilen ve sömürülenleri arkalarına çekecek toplumsal ağırlığa sahiptiler.

Sömürge sonrası Afrika’daki kolektif mücadeleleri, sadece Fanon’un hor gördüğü yozlaşmış Afrikalı yöneticileri değil, aynı zamanda onların arkasında duran kapitalist sistemi de korkutan bir potansiyel sergiliyordu.

 

Socialist Worker

Facebook sayfamızı beğenin 
Bizi Twitter’da takip edin 
Bizi Instagram’da takip edin


Dikkat! Yukarıdaki makale/haber ancak şu şekilde iktibas edilebilir:
– Kaynağın radikal.gr/tr olduğu belirtilerek
– Makalenin/haberin sonuna kaynak ekleyerek
– Bu ikisinden birine aktif link ekleyerek

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Σχετικά Άρθρα