Bugün Batı Trakya tarihinin gelmiş geçmiş en onurlu aydını Dr. İbram Onsunoğlu’nun doğum günü. Yaşasaydı 75 yaşında olacaktı.
4 Mayıs 2021’de yitirdiğimiz İbram Onsunoğlu, bilim insanı olmanın ötesinde şair, yazar, gazeteci, çevirmen olarak da pekçok eser verdi.
Ömrünün son yıllarında Azınlığın yakın tarihine ışık tutan pekçok olayı da ilk ağızdan yazan Onsunoğlu, bilgi ve birikimiyle eşine az rastlanır bir entelektüeldi.
Onsunoğlu’nun bir başka önemli özelliği ise, yılmaz bir insan hakları savunucusu, radikal bir demokrat ve su katılmamış bir azınlıkçı olmasıydı.
Azınlığa gerek Yunan gerekse Türk devletleri tarafından uygulanan baskı ve dayatmalara cesurca karşı çıkabilmiş, Azınlık içi demokrasi için de çetin mücadeleler vermişti.
Bu sebeple özellikle son yıllarda Azınlık içindeki muhaliflere karşı başlatılan “davalar sanayii”nden o da payını almış ve ömrünün son günlerini oturup mahkeme savunmaları yazarak geçirmişti.
Radikal ekibi olarak, kendisinin, Azınlık gazetecilerinin mahkemelerde süründürülmesini anlattığı bir eleştiri yazısını siz okurlarımızla paylaşırken, İbram agamıza da 73 yıllık ömründe Azınlık toplumuna kazandırdığı değerlerden dolayı sonsuz teşekkür ediyoruz.
İyi ki geçmişsin bu dünyadan aga!
Azınlıkta “basın davaları” ve Abdülhalim’in mahkumiyeti
GÜNDEMİ YORUMLARKEN
Dün, Azınlıktan bir gazeteci daha, Trakya’nın Sesi’nden Abdülhalim Dede, bu üçüncüsü, mahkum oldu, 8 ay hapis cezası aldı, o da bir azınlık mebusu Hüseyin Zeybek’in kendisini eleştirdi (hakaret etti) diye dava edişinden sonra.
Daha önce hüküm giyenler, Azınlıkça’dan Evren Dede, onu dava eden Levent Sadık Ahmet, ve Barikat sitesinin sahibi Mustafa Çolakali, onun davacısı ise mebus İlhan Ahmet.
Sırada başka “basın davaları” daha var, mebus İlhan Ahmet’in açtığı, Kamil Sıcakemin aleyhinde iki dava ve İbram Onsunoğlu aleyhinde iki dava, ayrıca Mustafa Çolakali aleyhinde ikinci dava. Yani İlhan’ın gazeteciler aleyhinde açtığı toplam 6 ceza davası ve aynı kişiler aleyhinde açtığı ve açacağını ilan ettiği tazminat davaları, kesin sayısını bilmiyorum. Mebus İlhan, bir başka deyişle, Azınlıktaki basın ve ifade özgürlüğünü yaylım ateşine tutuyor. Türkiye’de Erdoğan, Azınlıkta İlhan… (Amma da kıyak yapıyorum şimdi onu Erdoğan’a benzeterek.)
İbram Onsunoğlu aleyhinde ceza davası açan, daha sonra tazminat davası da açacak olan, Levent Sadık Ahmet, Türkiye’deki Derin Devlet mekanizmasının 1989’larda Azınlığa diktiği Sadık Ahmet’in oğlu. Onsunoğlu’nun Tiken sitesindeki “tarihî dizisinde” herkesin bildiği bazı gerçekleri sindiremeyip babasına hakaret ve ifira edildiğini iddia ediyor.
Dava edilen gazetecileri, daha doğrusu blog yazarlarını bir kez daha sıralayalım: TRAKYA’NIN SESİ’nden Abdülhalim Dede, AZINLIKÇA’dan Evren Dede, BARİKAT ve TİKEN sitelerinden Mustafa Çolakali, aynı sitelerde yazan İbram Onsunoğlu ve kendi adını taşıyan sitesinde yazan Kamil Sıcakemin.
Dava edenler: En çok dava eden mebus İlhan Ahmet, sonra eski mebusun oğlu Levent ve mebus Hüseyin Zeybek. Demek ki mebusluk, Azınlıkta basına tahammülsüzlük olarak gelişmiş bulunuyor. Türkiye’deki durumdan, oradaki özgürsüzlüklerden ve ifade özgürlüğü kısıtlamalarından etkilenerek mi? Pasif bir etkileşim mi bu, yoksa aktif mi? Yani kendiliğinden mi, Türkiye’ye benzeme özentisinden, ne kadar çok benzetirsem o kadar çok politik avantaj sağlamış olurum gibi bir düşünceden mi, yani davacıların kendi inisiyatifiyle mi, yoksa talimatla mı?
Benim kaba bir benzetmem vardır: Azınlıkta osurmak bile talimatla oluyor, talimat olmadan osuramazsın bile. Beş gazeteciye birden açılan davalar, osurmaktan biraz daha karmaşık bir iştir, talimatsız olacağa pek benzemiyor. Ha şimdi siz, hayır, ne İlhan, ne Levent, ne de Zeybek asla talimatla hareket etmeyecek bağımsız vicdanlı kişilerdir derseniz, benden daha çok şey biliyorsunuz demektir, o zaman ben de size inanmak zorundayım. Ama ben zaten talimat olduğunu iddia etmedim, yalnızca düşündüm, acaba talimatla olmasın bu mahkemeler? Azınlıkta eleştiriden başka düşünmenin bile yasaklandığını insan bazen unutuyor. Çünkü eleştirmek için düşünmek gerek.
Davaların tümü son döneme ait, yalnız Abdülhalim’inki biraz eski. Nasıl oldu da bu dava patlaması meydana geldi? Azınlıkta tüm basın ve bloglar, gazeteci ve blog yazarları ve kurumlar–dernekler Koca Kapı’nın denetimi ve desteği altındayken, yalnızca bu dava konusu “gazetecilerin” tümü Koca Kapı’nın – Derin Devlet’in denetimi dışında, bağımsız ve özgür. Bu yüzden onlar Kara Liste’ye sokularak çeşitli cezalandırmalara konu olmuş kişiler, protokolden ihraç cezasından tut, sosyal ambargo kampanyasına, sitelerine Türkiye’den erişim yasağı ve Türkiye’ye giriş yasağına dek uzamış cezalar. Söz konusu gazeteciler, özgür vicdanlar olarak Türkiye’deki gelişmeleri de yandaş basın olarak değil de, gerekli gördükçe eleştirel bir yaklaşımla ele almaktadırlar. Abdülhalim’in konumu biraz değişik, bir süredir zik-zaklı ve ileri-gerili bir yol izlemekte ve muhalif görünmekten özenle kaçınmaktadır. Yelkenleri indirmiş durumda. Yorgunluk ve bıkkınlık anlayışla karşılanmalıdır, bir at kırk yıl koşamaz. O nedenle onu istina edip bırakalım diyeceğim, biz bırakıyoruz, ama “eski günahları” onu bırakmıyor.
Eleştiriye tahammülsüzlüğü doruk yapmış Türkiye’deki yeni rejim, “kalbimizin sınırları içindeki” Batı Trakya’da yukarıda anlattığımız böyle bir pürüze müsaade edemezdi tabii. Ancak uygulayabildiği yaptırımlar yetersiz kalınca ne yapsın Derin Devlet? Birkaç çürük elmanın bir çuval elmayı kendilerine benzetmesini karşıdan seyredemezdi. O çürük elmaları ayıklamak gerek. Böyle bir süreç olarak değerlendiriyorum ben olup bitenleri. Olabildiğince Ana Vatan’a benzemeliyiz.
Azınlıktaki basın ve ifade özgürlüğüne böyle kitlesel bir saldırının, azınlık politikacıları, önde gelenleri, aydınları ve daha başkalarının toplu kınamalarına konu olması gerekirdi. Ben de ne diyorum şimdi, hangi politikacılar, zaten saldırıyı yapanlar mebusların kendileri değil mi? Bir toplu kınama için, genel olarak bir dayanışma gösterisi için gerekli olgunluğa erişmiş değil bizim toplum, biliyoruz. Hele Koca Kapı’nın iradesine ters düşme durumu söz konusuysa, mık! Kimse böyle bir beklenti içinde değil. KORKU’yu yenip gelen ve bir elin beş parmağını geçmeyen kişisel tepkiler, ona da şükür. Niye hiç tınmıyorsun diye sorsan, alacağın seni donduran yanıt şu olabilir: “Baksana, bu konuda talimat ta gelmedi ye (!).”
Gazeteci Abdülhalim Dede’nin mebus Zeybek tarafından dava edilişi ve mahkumiyetiyle kimse ilgilenmedi, olay toplumda hiçbir tepkiye yol açmadı, dış görünüş olarak. Mebus İlhan bile Dede’ye sahip çıkamadı. İlgilenen ve “kınayan”, bir tek Mustafa Çolakali. Mustafa, öbür mebus İlhan Ahmet’in kendisini mahkum ettirişinden sonra Abdülhalim’in olayı sözde kınadığı, ama gerçekte mebusu akladığı aynı yazıyla tepki verdi, bir tek isimleri değiştirerek. Burada da aynen gazeteci Abdülhalim haksız, mebus Zeybek haklı gibi gösteriliyor. Bunu da öğrenci Mustafa Ç.’nin hocası Abdülhalim D.’ye bir dersi gibi kabul edebilirsiniz.
Unutmayayım ve haksızlık etmeyeyim, dava edilen gazetecilerden biri de İlhan Tahsin, o da Abdülhalim gibi mebus İlhan’ın kankalarından. Ancak burada talimat şüphesi yok. Dava eden Evren Dede. İlhan Tahsin, MİT’in Evren’le ilgili onu “Batı Trakya’da FETÖ’nün beyni” olarak nitelediği provokasyonu alıntılayıp yayımladığı için. İlhan Tahsin ilişkisini zaten gizleme ihtiyacını hissetmiyordu.
11.11.2018, Tiken